Arap - Yunan Etkisi
Arap - Yunan Etkisi
ÇAĞATAY GÜRSES
12.yy'ın ortalarında Telode başpiskoposu olan Fransız
Raymond de Sauvetat, Aristoteles, Farabi, İbn Sina, gazali gibi önemli
kişilerin eserlerinin çevirisinin yapılmasını istemiş ve çeviri hareketlerine
destek vermiştir.
Aristoteles’in
yazıları söz konusu olduğunda ellerindeki Arapça çeviriler, yunanca metinin Süryanice
çevirisinden Arapçaya çevrilmişti. Bunları Latinceye çevirmek için çoğu zaman
bir Arap’ın veya Yahudi’nin çevirisinin harfiyen çevrilmiş olması ve bu çeviriminde
harfiyen Latinceye çevrilmiş olması gerekmekteydi. Biraz daha ilerleyen
dönemlerde İtalya’da çeviriler yapılmaya başlamış fakat bu çevirilerin dili de
çok ağır ve anlaşılmazdı. Fakat yine de Arapçadan Latinceye çevrilen metinlerin
kullanılmasından daha kullanışlıydı.
İbn Sina’nın da birçok
eseri Latinceye çevrilmişti ve bu çeviriler bir sonraki yüzyılda derin ve uzun
süreli bir etki yarattı. İbn Sina’nın bu çevirilerinden sonra, İbn Sina için Arapların
Aristoteles’i olarak bahsediliyordu.
Gazali, İbn Sina
ve Farabi’nin en iyi okunup bilindiği ülke olan ispanyada ilk Arap atlımı
gerçekleşti. Bu filozofların eserleri büyük ölçüde yeni Platoncu’ydu. Buna
bağlı olarak Latinlerin, Araplardan ilk alıp kullandıkları şey tanrı âlem
ilişkisini açıklayan yeni Platoncu kozmoloji anlayışı oldu.
İbn Sina Hristiyanlar
tarafından benimsenmişti; 12. yy’in sonlarında Latin İbn sinacılığından söz
edilmektedir. Ama bu ifade de tamamen doğru değildir çünkü 12.yy da sonuna
kadar İbn Sina yı benimseyen tek bir Hristiyan filozof yoktu çünkü İbn sinanın
bu kozmolojisini sonuna kadar kabul etmek Hristiyanlar için zordu. Farabi ve
İbn Sina bir Faal Aklın var olduğunu, bunun bütün insanlar için ortak olduğunu
ve bunun bireylerin bilgisinin kaynağı ve gayesi olduğunu savunmaktaydılar.
Hristiyanlar ya tanrıya varmak için bu aklın ötesine geçmek durumundaydılar ya
da bunu tanrıyla bir tutmalıydılar. Ve Her ikisinde denediler.
12. yy’in üçüncü
çeyreğinde Augustinus, Dionysos, chalcidius, boetius ve birçok filozofun öğretileriyle
İbn sinanın öğretilerinin sentezlendiği birçok ilginç eserlerin yazıldığı
ortaya çıkmıştır. Örneğin Gundissalinus'un Ruh üzerine eseri, İbn sinanın doğa
üzerine kitabının Latince çevirisinin birebir alıntısıdır.
İbn sinanın Psikoloji
teorisini Hristiyan mistikleri çoğunlukla övgüyle yüceltmişlerdir.
O dönemlerde İbn sinaya ait olduğu düşünülen Varlığın akışı üzerine
yani "De Fluxu entis" isimli bir kitap ortaya çıkmıştır. Ancak biz
şuan biliyoruz ki bu eserin İbn sinaya ait olmadığı kuşku götürmez bir
şey. Çünkü bu kitabın yazarı Arap
filozoflardan çok fazla yararlanmış olsa da Aziz Augustinus, Dionysos, Niksarlı
Gregorios dan oluşan bir derleme oluşturmuştur. Kimliği bilinmeyen derlemeci bu
kitapta İdeaların tanrının kendisi tarafından yaratıldığını ve İbn sinanın
kozmogonisini, sudur sistemini yazmıştır. Bu derleme kesin olmamakla birlikte
Gundissalinus'a atfedilmiştir.
Ettianne Gilson bu
kitapta derlenenlere bakılarak bir "Latin İbn sinacılığın"dan söz edebilir
miyiz diye soruyor. Bu yazılanlara bakılarak Hristiyan düşünürlerinin İbn Sina’nın
etkisi altında kaldığını söylersek "evet bir Latin İbn sinacılığı vardır
diyebiliriz". Fakat burada bu kitabı derleyen kişi İbn Sina’nın
görüşlerine bağlı kalmış ve Dionysos, aziz pavlus gibi Hristiyanların
söyledikleriyle bir derleme yaparak kitabı tamamlamıştır.
Austinus' iç
konuşmalar eserindeki aydınlatıcı tanrı,
Bu tanrı idrak edilebilir nesneleri bilgisini ışığı ile
mümkün kılıyordu ve augustinus'un bu aydınlatıcı tanrı fikri Ibn sinanın faal
aklı ile özleştirilmişti. Fakat bunun tam tersi olduğunu da söyleye biliriz
çünkü 13. yüzyıldaki İbn Sina anlayışının, kavrayışının Aziz augustinus'un
anlaşılmasına bağlı olduğuna bağlı olduğuna rastlanmaktadır.
Buna daha
saygılı bir ifadeyle "İbn sinalaşmış Austinusculuk" olarak adlandırılmıştır.
(Sanırım ibnsinanın bu fikri austinustan çaldığını ima ediyor.
Hangi
isimle anılırsa anılsın sonuçta bu durum değişmemektedir. Hristiyan düşüncesi,
Arap atılımının gücü altında önce eğilmiş, felsefesinde boğulduktan sonra kitabı
mukaddesin yaratılış öğretisinin zengin metafiziği altında yok olmuştur.
Paris'te mantık ve teoloji hocası olan Amaury de Béne
(charters piskoposu) 1206 da tehlikeli tezler öğretmek suçundan tutuklanmış.
Amaury tanrının her şey olduğunu vaaz etmiştir.
Onun argümanları, diyalektinkilerin argümanlarına çok benzemekteydi.
Kıyası kullanarak dogmalar hakkında kanıtlamalar yapmış ve elde edilen sonuçlar
herkesi şaşkına çevirmişti.
Aziz pavlus şu kanıtlamayı ileri sürmüştür. "Tanrı
değişmezdir, demek ki o şimdiden olacağı gibidir. Demek ki o şimdiden var olan her
şeydir."
Aziz yuhanna şunları demiştir;" Tanrıda olan her şey
tanrıdır. Ancak tanrının yaptığı her şey
kendisinden hayattır. Demek ki tanrı yaşayan her şeydir." bunun sonucu olarak Bernard adında bir amaury'ci şu
kanıtlamayı yapmıştır: " her şey birdir, çünkü var olan her şey tanrıdır.
dolayısıyla var olan birisi olarak beni kimse yakamaz ya da ölüm cezasına
çarptıramaz, çünkü var olan birisi olarak ben tanrıyım"
Bunlar amaury'nin
öğrencilerinin düşünceleridir. Bu düşünceleri altında amaurynin gerçek
düşüncelerini bilememekteyiz. Bu olaylar o dönemdeki karmaşa hakkında bize
fikir vermektedir.
Arap felsefesiyle
Hristiyan teolojisi arasındaki çatışma 13. yy da kurulan Paris üniversitesinde
vuku bulmuştur. Aristoteles ve Arap yorumcularının çevirileri ilk kez ilk kez
burada ortaya çıkmıştır. Konstantinapolisten gelen yunanca metinlerden
metafizik değer eşitliği okutulmuş ve yorumlanmıştır. Bu dönemde yeni fikir
akımlarının çoğalmasından dönemin entelektüelleri habersiz değildi. Ay altı âlemini
açıklamak için Aristoteles’in fiziğinin üstün olduğu kabul edilmişti, İbn
sinanın birçok öğretisi eleştirilmiş ve İbn Rüşt'ün eserleri yavaş yavaş
gelmeye başlamıştı. Bu dönemde skolastik teolojinin ve felsefenin altın çağı
başlamıştı. Bu dönemin düşünürleri Yunan Arap dalgasını bastırmaya çalıştıkları
dönemdir.
1210 yılında Sens
Baş Piskoposu Pierre de Corbeil başkanlığında toplanan Paris konsilinde Aristoteles’in
doğa felsefesi hakkındaki yazılarını ve bunların yorumlarını, okunmasını,
öğretilmesini yasaklamış ve bunları okuyanları aforoz etmekle tehdit etmişti.
1231 de 9. papa Gregorios Aristoteles yasağını tekrar hatırlatmış ve tazelemiştir daha sonra da Aristoteles felsefesinin
eğitimde kullanılabilir hale gelmesi için Aristoteles’in eserlerini gözden geçirmekle yükümlü bir heyet kurulmasını istedi. Fakat bu işle ilgili olan teologlarında olumlu sonuçlar vermediğini görüyoruz.
Paris üniversitesi
ve yeni kurulan Oxford üniversitesi aynı zamanda dominikenler ve fransiskenler
gibi büyük dinsel tarikatlar, Aristoteles felsefesinin yorumunda belirleyici
rol oynamışlardır.
Bu olaylar
Oxford’a, Paris’te olduğu gibi geçmemekteydi Aziz Domenico ile Aziz Francesco
tarikatlarına girmeyi düşündüğünüzde iki ayrı felsefe arasında seçim
yapıyorsunuz demekti. Fransiskenlerin tarikatında augustinusculuğu bulurken
Dominikenler Aristoteles' in zorunlu olduğunu savunurlardı. Üçüncü bir ekol
olan İbn rüştcülük vardık ki Aristoteles in İbn rüsçcü yorumunu yapmaktaydı.
Roger Bacon'un temsilcisi olduğu çoğunlukla doğa bilimlerine
yönelmiş olan 4. bir ekolünde bu dönemde ortaya çıktığını biliyoruz. Bu ekolde
de arapların etkisi yok değildir. Fakat Arap metafizikçilerden çok Arap
fizikçi, hekim ve astronom olanlardan etkilenmişlerdir. Oxford ise deneysel
felsefenin başlangıç noktası olacaktır.
Üniversitelerin kurulması
Bu dönemde üniversite bir okul gibi düzenli olarak bilgilerin öğretildiği yer olarak değil, çok farklı kökenli öğrencilerin kabul
görebileceği eğitim merkeziydi. Düzenli bir yapıya sahip olan ilk modern
üniversiteye benzeyen Bologna üniversitesiydi. Fakat burada yalnızca hukuk
eğitimi veriliyordu.
Felsefe ve teoloji bakımından ilk kurulan üniversite Paris
üniversitesiydi. Daha sonrasında ise Oxford üniversitesi kuruldu
Paris üniversitesi Aristoteles in metafiziğine ilgi
gösterirken Oxford daha çok Aristotelesçi ampirik unsurlarla ilgilenmiştir.
Oxportta bilim Aristoteles den çok Arap el Hasan’ın
perspektifiydi. Paris üniversitesinde quardrium eğitimi çok zayıfken Oxford
üniversitesinde özenle okutuluyordu. Paris’te doğa ve matematiğe dair birşey
yoktu. Oxforttaki eğitim Ochamcı amprizimi hazırlıyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder