Özgürlük mutluluğa götüren bir araç mıdır ?

Özgürlük mutluluğa götüren bir araç mıdır ?

Giriş:

           Bu yazıda özgürlük düşüncesinin yüzyılları aşan geçmişinde Platon,Baruch Spinoza, Jean
Jacques Rousseau, Jean Paul Sartre,Karl Marx,Georg Wilhelm Friedrick Hegel gibi filozoflar tarafından nasıl algılandığını ortaya koyarak özgürlüğün mutluluğa bir araç olup olmadığı sorusuna cevap arayacağım. Meseleye üç bölüm atında ve her filozofun farklı bir perspektifinden yaklaşacağım. İlk bölüm de Platon ve Baruch Spinozanın özgürlüğe ulaşmak için bilgiye ve bilgeliye ulaşılması gerektiği ve böylece mutluluğun elde edileceği konusundaki ortak fikirlerine dikat  ektikten sonra ikinci bölüm de Jean Jacques Rousseau ve Jean Paul Sartre ın ortak bakış açısı olan özgürlük sadece bireysellikle mümkün olur, insan toplumsallaştıkca özgürlüğünü kaybeder fikrini ele alacağım. Son kısımda ise Jean Jacques Rousseau ve Jean Paul Sartre‟ın tam tersine Karl Marx ve Georg Wilhelm Friedrick Hegel'in insanlığın sadece toplumlaşarak ve insanlığın gelişimi için çalışarak toplum ile birlikte özgür olabileceği ve mutluluğa bu şekilde ulaşılacağı görüşlerinden bahsedeceğim.

A1- Platon ve Kadercilik

            İnsanlar, özgürlük kavramını çeşitli açılardan ele aldılar. Özgürlüğün antik dönemde ele
alınan en yaygın biçimi zorunluluk ile özdeşti. Zorunluluk kavramı kadercilik (fatalism)
olarak belirmişti. Bütün olup bitenler Gizli bir gücün yada tanrının yönetimine
bağlanıyordu.Böylesine bir bağlılık insanların kafalarında ki bütün nedenlere çözüyor, onlara
mutlu bir hayat sunuyordu. Kader hiçbir zaman değiştirilemeyecek olan bir sonucun önceden
belirlenmesidir.Bu belirleme işini üstün olan güç yapar.İnsanın hiçbir özgürlüğü yoktur.
            Platon, devlet kitabının onuncu bölümünde ki diyalogda(618 a) çeşitli kaderlerin arasından
seçim yapılabileceğinden bahseder.Bu diyalog da bir özgürlük düşüncesi kımıldamaktadır. İyi
ile kötü arasında bir seçim yapabileceğimizi öne sürdüğünden dolayı, seçme hakkının
bulunduğu her yerde özgürlük vardır diye düşünmemiz yanlış olmaz.
          Fakat platon şunları da ekler iyiyi bilirsek zorunlu olarak onu seçeriz, akıl zorunlu olarak
iyiye yönelir. Eğer kötüyü seçiyorsak bilmediğimizden dolayıdır. Öyleyse bu bir seçme değil
bilgi veya bilgisizlik eylemidir. Özgürlüğe sadece bilgelikle ulaşılır.Mutluluk bilgelikle
gerçekleşir.

A2- Spinoza: Bilgi = Mutluluk = Özgürlük

             Spinoza'ya göre, “yalnız kendi doğasının zorunluluğu ile varolan ve etkinliği yalnız
kendisi ile gerektirilmiş bulunan bir varlık özgür olabilir.” Böyle bir varlık insan olamaz. Bu
tanıma uyan tek bir varlık vardır, o da Tanrıdır.
           Spinoza'ya göre, insan için özgürlükten bahsedebilmenin yolu aklın egemenliği
altında yaşamaktan geçer. Çünkü yalnız akıl tarafından yöneltilebilen bir insanın
özgürlüğünden bahsedilebilir. Spinoza, sezgisel bilgi düzeyi ile insanın mutluluğu ve
özgürlüğü arasında bir bağ kurar. Çünkü ona göre, insan bilgi düzeyinde ne kadar yükselirse
kendisini ve Tanrıyı o kadar çok bilir. Bunun sonucunda üstün mutluluğa ve özgürlüğe ulaşır.(Cihan, Mustafa,Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler dergisi)
            Ayrıca insanda, bu bilgi düzeyinde “ zorunlu olarak Tanrıya karşı zihinsel bir sevgi”
ortaya çıkar. Tanrıya yönelik olan bu zihinsel sevgi ezeli olup sevginin bütün yetkinliğini
taşır. Nitekim Spinoza da Tanrı sevgisi insan zihninde en yüce yeri kaplar.(Russel Bertnard,Batı felsefesi tarihi)
           Böylece Spinoza‟da insan, bulanık düşüncelerden yada imgeleme dayalı kavrayıştan gerçek nedenlere ilişkin bilimsel bilgiye ve evrenin bütününe dair sezgisel bir kavrayışa yükseldikçe, düşünen bir varlık olarak evrendeki yerini anlama durumuna gelir. Eğer insan bunu anlamazsa, onun
için özgürlük ve mutluluktan bahsedilemez. İnsan önce potansiyel güçlerini tanımalı ve daha
sonra Doğanın ayrılmaz bir parçası olduğunu görmelidir. (Cevizci Ahmet, Etiğe Giriş, S.116.)

B-1)Jean-Jacques Rousseau: Kaybedilen Özgürlük

          Rousseau a göre tarihin başında özgürdük ama modern toplumda kendimizi hep başkalarıyla
kıyaslayarak, beğenilmek için maskelere bürünerek yozlaştık ve özgürlüğümüzü kaybettik.
Rousseau nun toplum sözleşmesinin ilk bölümü bu cümleyle başlar “ insan özgür doğar,
oysa her yerde zincire vurulmuştur.” Rousseau Özgürlük anlayışımızı katagorileştirerek
birbirinden şu şekilde ayırır;

  • Toplum öncesi dönem doğal özgürlük
  • Toplumda yozlaşmış olan ve bencillikle iç içe geçen negatif özgürlük
  • Ulaşılması gereken hedefler olarak ahlaksal ve politik özgürlükler
             Doğal özgürlük hiçbir toplumsal yapı ortaya çıkmadan önce tek başına yaşadığı varsayılan
ilkel insanın sahip olduğu özgürlük ve çocuklukta, eğitim ve toplum tarafından bozulmadan
önceki özgürlükten söz eder. “ Her yerden zincire vurulmuş “ derken de uygarlığın doğal
özgürlüğümüzü elimizden aldığını ifade eder. Yerleşik doğal yapıların olmadığı doğal
durumda ki insanın hayatı çok basittir. Ağaçtan topladığı meyveler ile beslenir.Belki
avlanmak için ve kendisini yırtıcı hayvanlardan korumak için basit araçlar yapar. Yanlızca
temel fiziki ihtiyaçları vardır. Kendi kendine yeten bir yaşam sürdüğü ve başkalarından
bağımsız olarak ihtiyaçlarını karşılayabildiği için özgürdür.Özgürlüğün ilk biçimi olan doğal
özgürlüğü Rousseau böyle tanımlar.(Siller Yıldız, Özgürlük Yanılması,2006,S.54.)

       İnsan yetenekleri ile ihtiyaçları arasında tam bir denge kurduğu için, aynı zamanda
mutludur.Rousseau mutluluğu yetenek ve arzuların dengesi olarak tanımlar. Rousseau için pozitif özgürlük, kuralsızlık yada başı boşluk değildir. Kendi kurallarını koyma ya da kendini
yönetme yeteneği ile ilgilidir. Hiçbir kuralın olmadığı durumda değişken arzularımızın kölesi
olur ve sürükleniriz. İşte böylesi bir özgürlük insan için mutsuzluğun sebebidir. Bu da negatif
özgürlüktür.
    

B-2) Sartre: Bireyci özgürlük

         Sartre insan varoluşunun toplumsallığına karşı çıkar. Toplumsallaşma sürecinde insan
sosyal rollerin bir aracı olur. Sartre toplumsallığı insanın bir küçümsenişi olarak düşünür,
çünkü insan “maskeler”in ya da“roller”in bir aracı değildir. O önemli bir şeydir, fakat bu
bütünlük sadece bireyin kendi bilincinde birey tarafından korunmalıdır.
          Birey, Sartre‟ın düşüncesinde, sadece topluma yani, çevreye ve onunla bağlantılı
olan baskılara karşı çıktığında ya da onu yok saydığında özgürdür. Bireyin yalnızlığı ya
da dünyadan kendini ayırması varoluşun bir yasası olarak görülür.
         Özgürlük insan varoluşunun temel verisidir: “Aslında biz seçimleri yapan özgürlüğüz,
fakat özgür olmayı seçemeyiz: özgürlüğe mahkûmuz” (Sartre, Varlık Ve Hiçlik, S.565.) Sartre‟ın özgürlük kavramı, onun
felsefesel bütünlüğünde çok önemli bir yeri vardır. Çünkü özgürlük, kendi varoluşunu kendi
seçimleriyle oluşturacak insan varlığının bu varoluşsal eylemlerinin zorunlu çıkış noktasıdır,
kısacası bu varlığın temelidir.(Arife Tansel, Özgürlük,Sorumluluk ve Yabancılaşma)
           Sartre özgür olmanın tek yolunun bireyin toplumdan kopmasıyla ve bireycilikle
mümkün olacağını savunuyor fakat Bireyciliğin de yalnızlık, bunalım, kaygı ve umutsuzluk
içinde belireceğini ileri sürüyor.

C-1) Marx: Hedef olarak Özgürlük

            İnsan kelimenin tam anlamıyla toplumsal bir hayvandır. Eğer tarihin ilk aşamalarından söz etmemiz gerekirse, bunun Rousseaunun var saydığı gibi insanların özgür ve mutlu olduğu bir zaman dilimi değil kıtlıkla, hastalıkla mücadele ettikleri, doğa güçlerine esir oldukları ve yaşam sürelerinin çok kısa olduğu bir dönem olduğunu kavrarız.
         Böylece özgürlük sonradan yitirdiğimiz bir başlangıç noktası olmaktan çıkar. Elde
ettmeye çalıştığımız bir hedef olarak belirir. Marx‟a göre özgürlüğün ön koşulu, insanın
teknolojik, iktisadi gelişmeler sayesinde doğaya egemen olup kıtlık sorununu aşması ve insanlığın ortak birikiminden herkesin yararlanmasının yollarının aranmasında yatar. (Siller Yıldız, Özgürlük Yanılması, S.108.) Marx' a göre mutlu olmanın yolu toplumun, insanlığın gelişimi için çalışmakla mümkün olur.

C-2) Hegel: Toplumsal özgürlük

          Hegel‟in özgürlük anlayışı, bireyin kendisine ve topluma karşı ödevleriyle
sınırlanmıştır. Bu anlamda hem birey hem de toplum için yıkıcı olmayan hakiki özgürlüğün,
bir toplumun etik hayatında temellenmiş olması gerekir. Özgür olmam kendimle beraber
olmamdır. Gerçek özgürlük, ancak bütün içinde tahayyül edilebilen özgürlüktür. Zira sadece
bütün, hiçbir ötekini dışarıda bırakmadan kendi için varlık olabilir.Hegel‟e göre sadece
toplumsal ilişkilere sahip bireyler özgür olarak görülebilir.

       Hegel bir toplum içinde şekillenen ahlaki doğamızla, varlığımızın rasyonel boyutunun
sentezini yapmaya çalışır. Böyle bir sentez gerçekleştiğinde, içinde her birimiz bir yandan
bütünün iyilik ve mutluluğuna katkıda bulunurken, kendi gerçek tatmin, özgürlük ve
mutluluğumuzu da yaşayacağımız topluma erişiriz. Hegel‟in teorisinin hedefi, bireyin
özgürlüğünün toplum içinde gerçekleşebileceğini göstermeye çalışmaktır denilebilir.(Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:21, Sayı:2,2006,S.235-251)

                                                                                                            ÇAĞATAY GÜRSES

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Spinoza'nın Ahlak Öğretisi

Platon Devlet 6 Kitabının İncelemesi

St.Thomas Aquinas' da Tanrı’nın Mahiyeti Hakkındaki Bilgimiz